20 yıllık öğretmene başöğretmenlik ne zaman verilecek ?

Canberk

Global Mod
Global Mod
20 Yıllık Öğretmene Başöğretmenlik Ne Zaman Verilecek?

Arkadaşlar, bu konu içimde bir süredir yankılanıyor. Her sabah okulun bahçesinde öğrencilerin gözlerindeki o merakı gördüğümde, yılların nasıl geçtiğini fark ediyorum. Yirmi yıl… Dile kolay. Tahtanın başında, defterlerin arasında, bazen yorgun bir tebessümle, bazen bir öğrencinin “Hocam ben başardım!” deyişiyle dolu bir ömür. Ama gelin görün ki, bugün hâlâ aynı soruyu soruyoruz: Bu kadar emeğin, alın terinin karşılığı olan başöğretmenlik ne zaman gerçek anlamda hak edenlere verilecek?

---

Kökenlere Dönelim: Başöğretmenlik Nedir, Ne Olmalıdır?

Başöğretmenlik kavramı, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Başöğretmen” unvanıyla özdeşleşmiştir. Bu unvan, bir makamdan çok bir değer, bir sorumluluk, bir rehberlik ruhudur. Yıllar sonra bu unvanın kariyer basamaklarına indirgenmesi, aslında eğitimin özündeki anlamı zedeleyen bir noktaya evrilmiştir.

Öğretmenlikte 20 yılını doldurmuş bir insanın, zaten yüzlerce hayata dokunmuş olması, deneyimle yoğrulmuş bir bilgelik kazanması demektir. Ancak sistem, bu birikimi ölçmek yerine, testlerle, başvurularla, puanlamalarla sınırlamaya çalışıyor. Bu noktada sorulması gereken şey şu: Eğitimde gerçek liyakat sınav kağıdında mı, yoksa yılların emeğinde mi gizli?

---

Bugünün Gerçekliği: Kağıt Üzerinde Değil, Kalpteki Başöğretmenlik

Birçoğumuz biliyoruz; eğitimde reform adı altında yapılan değişiklikler sık sık öğretmenleri yoran, bazen de değersizleştiren bir hal aldı. “Başöğretmenlik” sınavı, aslında bir unvandan çok bir tartışmanın kapısını araladı.

Erkek öğretmenler genellikle bu sürece stratejik yaklaşıyor: “Madem sistem böyle, o zaman sınava girelim, hak edelim, sistem içinde kalalım.” Bu, çözüm odaklı, pratik bir duruş.

Kadın öğretmenler ise daha çok duygusal bağ kuruyor konuya: “Yirmi yıl boyunca öğrencilerimle ağladım, güldüm, fedakârlık yaptım… Şimdi benden bir de belge mi istiyorlar?”

Aslında iki bakış da haklı. Çünkü eğitim hem aklın hem kalbin mesleği. Birinin “sistem içi çözümü”, diğerinin “insani tepkisi” birleştiğinde ortaya çıkan tablo şunu gösteriyor: Başöğretmenlik yalnızca bir unvan değil, öğretmenliğin vicdanla harmanlanmış hali.

---

Toplumsal Algı: Öğretmenlik Neden Hep “Bekleyen” Bir Meslek Oldu?

Ne gariptir ki, öğretmen hep bekler. Öğrencisini bekler, kararı bekler, müjdeyi bekler, kıymet görmeyi bekler.

Bu bekleyişin ardında, toplumun öğretmenliği kutsal görüp aynı zamanda sıradanlaştıran çelişkili tutumu yatıyor. “Öğretmen kutsaldır” deriz ama maaşını, itibarını, karar mekanizmalarındaki söz hakkını konuşmayız.

Bugün 20 yıllık bir öğretmen, başöğretmenlik için hâlâ bir takvimin açıklanmasını bekliyor. Sanki yılların emeği, bir duyurunun yayınlanmasına bağlıymış gibi. Oysa o öğretmen, yıllardır sınıfta zaten başöğretmen. Çocukların gözünde, velilerin gönlünde, meslektaşlarının saygısında.

---

Bekleyişin Ardındaki Gerçek: Sistemin Zaman Algısı

Eğitim sisteminde zaman kavramı farklı işler. Her şey “hazırlık aşamasında”, “planlama sürecinde” ya da “mevzuat düzenleniyor” aşamasındadır. Bu nedenle 20 yılını doldurmuş öğretmenler, yıllardır aynı cümleleri duyuyor: “Yakında açıklanacak, çalışılıyor, gündemde…”

Ancak zaman, öğretmen için sadece bir takvim değil; öğrencilerin mezuniyetine, başarılarına, hayatlarına dönüşen bir yolculuktur.

Bir öğretmen 20 yıl boyunca binlerce hayatın kader çizgisinde iz bırakırken, sistem hâlâ onun unvanını belirleyememişse, burada bir adaletsizlik değil, bir algı bozukluğu vardır.

---

Cinsiyet Rolleri ve Eğitimde Duygusal Zekâ

Kadın öğretmenler genellikle eğitimdeki duygusal dinamikleri daha derin hissederler. Empati, sabır, sezgi… Bu üçlüyü eğitimin görünmeyen omurgası haline getirirler. Erkek öğretmenler ise genelde stratejik planlamada, kriz çözümünde, sistemin açıklarını kapatmada daha etkilidir.

Bu iki yön birleştiğinde, eğitimde bir denge doğar. Fakat ne yazık ki başöğretmenlik gibi unvanlar bu dengeyi yansıtmaz; ölçü sadece test puanı olur.

Oysa gerçek ölçü, bir öğretmenin bir öğrencinin hayatına yön verme kapasitesidir. Bazen bir cümle, bir bakış, bir cesaretlendirme… Bunlar hiçbir yönetmelikte yazmaz ama bir insanın kaderini değiştirir.

---

Geleceğe Dair Bir Umut: Öğretmenliğin Yeniden Tanımlanması

Belki de artık sormamız gereken soru “Başöğretmenlik ne zaman verilecek?” değil; “Başöğretmenlik nasıl hak ettiği değeri kazanacak?” olmalı.

Bu, yalnızca bir kadro meselesi değil; öğretmenliğin felsefesini yeniden inşa etme meselesidir.

Eğer eğitim politikaları, öğretmeni bir sınavın konusu değil, bir toplumun mimarı olarak görmeye başlarsa; işte o zaman gerçek bir reformdan bahsedebiliriz.

Yirmi yılını eğitime adamış öğretmenler, artık sadece “takdir” değil, “tanınma” istiyor. Ve bu tanınma, bir belgeyle değil, sistemin kalbine kazınmış bir anlayışla mümkün olacak.

---

Son Söz: Başöğretmenlik, Aslında Bizim Zihnimizde Başlamalı

Belki resmi olarak hâlâ bekliyoruz ama gerçekte başöğretmenlik, sınıfta sessizce tahtayı silerken, bir öğrencinin başarısına sevinirken, bir gencin yönünü bulmasına yardım ederken başlıyor.

O yüzden belki de cevabı şöyle yazmak gerek:

Başöğretmenlik, bir kararnameyle değil, her sabah “Hocam, günaydın” diyen o sesle başlar.

Ve o ses, yirmi yılın, bir ömrün, bir idealin yankısıdır.

Bu yankıyı duyan herkes aslında çoktan başöğretmendir.