Kronik Hastalık Yardımı: Sosyal Yapıların Gölgesinde Bir Dayanışma Mı, Eşitsizliklerin Sessiz Tanığı Mı?
Kronik hastalık yardımı, devletin uzun süreli sağlık sorunlarıyla yaşayan bireylere sağladığı maddi destektir. 2025 itibarıyla bu yardım miktarı aylık yaklaşık 5.100 TL civarındadır. Ancak mesele, yalnızca rakamların ötesinde bir anlam taşır. Çünkü bu yardım, bireylerin yaşamını kolaylaştırmaktan ziyade, toplumsal eşitsizliklerin derinliklerinde yankılanan bir göstergedir.
Toplumda kronik hastalığın kendisi bile bir sosyal etiket haline gelirken, yardımların dağılımı; cinsiyet, sınıf ve ırk ekseninde şekillenen görünmez duvarlarla çevrilidir. Bu yazı, hem empatiyle hem de eleştirel bir gözle bu dinamikleri tartışmak için bir çağrıdır.
---
Toplumsal Cinsiyetin Gölgesinde: Kadınların Görünmez Yükü
Kronik hastalık yardımı denildiğinde, istatistikler kadınların bu yardımlardan daha fazla yararlandığını gösterir. Fakat bu, onların daha iyi bir yaşam sürdüğü anlamına gelmez. Kadınlar, hem bakım veren hem de hasta olan taraf olduklarında “çifte yük” taşırlar.
Birçok kadın, toplumsal roller nedeniyle hastalıklarını görünmez kılar. Çocuklarına, yaşlı ebeveynlerine bakarken kendi sağlıklarını erteleyen milyonlarca kadın var. Kronik bir hastalık tanısı aldıklarında ise çoğu zaman “fedakârlığın” kutsallaştırıldığı bir toplumda, yardımı hak ettiklerini bile düşünmezler.
Sosyolog Arlie Hochschild’in “ikinci vardiya” kavramı bu noktada yeniden hatırlanmalı. Kadınlar, işte veya evde yaptıkları emeğin ardından sağlık sorunlarıyla mücadele ettiklerinde bile kendilerini suçlu hissediyorlar. Devlet desteği, bu yapısal yükü hafifletmek yerine çoğu zaman bürokratik engellerle artırıyor.
---
Sınıf Farkı: Yardımın Adil Dağılımı Mümkün mü?
Kronik hastalık yardımı, kağıt üzerinde herkese açık görünür. Ancak gerçek hayatta gelir düzeyi, eğitime erişim ve bilgiye ulaşma becerisi gibi etkenler yardımın kimlere ulaştığını belirler.
Düşük gelirli bölgelerde yaşayan bireyler çoğu zaman bu yardımlardan haberdar bile değildir. Oysa daha eğitimli veya kent merkezine yakın yaşayan kesimler, başvuru süreçlerini daha rahat yönetebilir. Böylece “adalet” yerine “uygunluk” ödüllendirilir.
Yoksulluk, kronik hastalık riskini artırırken, bu durum bir kısır döngü yaratır: hastalık yoksulluğu derinleştirir, yoksulluk da hastalığı besler. Yardım miktarının 5.100 TL olması, temel giderlerin (ilaç, ulaşım, beslenme, konut) yanında yetersiz kalır.
OECD’nin 2024 raporuna göre, Türkiye’de kronik hastalık sahibi bireylerin %67’si sağlık harcamalarının yarısını cepten karşılıyor. Bu, “yardım”ın adının var, kendisinin ise eksik olduğu anlamına gelir.
---
Irk ve Etnisite: Görünmeyen Ayrımcılıklar
Kronik hastalık yardımı, teoride etnik kökene göre ayrım gözetmez. Ancak pratikte, göçmenler, mülteciler veya etnik azınlıklar bürokratik süreçlerde daha fazla engelle karşılaşır. Dil bariyerleri, belgelerin doğrulanması ve kimlik tanımlamaları bu bireyleri sistem dışına iter.
Örneğin, mevsimlik işçi olarak çalışan Kürt veya Suriyeli bireyler çoğu zaman kayıt dışı yaşadıkları için bu tür yardımlardan yararlanamazlar. Üstelik kronik hastalıkların sıklıkla çevresel koşullarla (su, hava kirliliği, barınma yetersizliği) ilişkili olduğu düşünülürse, bu gruplar hastalığa daha açık ama yardıma daha uzak kalır.
Bu tablo, yardımın “insan hakkı” değil, “vatandaşlık statüsü” temelinde işlediğini gösterir. Sosyal politikalar, kimliğe değil insana odaklanmadıkça bu dengesizlik sürecektir.
---
Erkeklerin Deneyimi: Sessiz Güç, Görünmez Kırılganlık
Toplumsal normlar erkeklerin yardım arayışını da şekillendirir. Birçok erkek, “güçlü olma” ideali nedeniyle kronik hastalıklarını geç fark eder ya da yardıma başvurmayı “zayıflık” olarak görür. Bu durum, onların hem fiziksel hem de psikolojik olarak daha büyük zarar görmesine yol açar.
Erkekler, sağlık yardımlarını bir “hak” olarak değil, “mecburiyet” olarak algıladığında sistemle ilişkileri kırılgan hale gelir. Bununla birlikte, bazı erkekler çözüm odaklı bir yaklaşım geliştirir: sosyal yardımlaşma dernekleri kurar, hastalık farkındalığı kampanyalarına katılır veya bakım emeğini paylaşır. Bu, toplumsal cinsiyet rollerinin dönüştürücü bir örneğidir.
Toplumun erkeklerden “çözüm üretmesini” beklemesi, onları yapısal sorunların çözümünde sorumluluk almaya iterken, duygusal yüklerini göz ardı eder. Bu yüzden hem erkek hem kadın deneyimlerini içeren bütüncül politikalar gereklidir.
---
Toplumsal Yapıların Rolü: Yardım mı, Telafi Mekanizması mı?
Kronik hastalık yardımı, sosyal adaletsizlikleri düzeltmekten çok, onları yönetilebilir hale getiren bir mekanizma gibi işler. Bir anlamda, sistemin ürettiği eşitsizliklerin “geçici pansumanıdır.”
Sınıfsal ve cinsiyet temelli güç ilişkileri, bu yardımın gerçek amacını gölgede bırakır. Eğer toplum kronik hastalıkları sadece tıbbi değil, aynı zamanda sosyal bir mesele olarak görmeye başlarsa; yardım anlayışı “sadaka”dan “hak temelli destek”e dönüşebilir.
Bir araştırmaya göre (TÜSES, 2023), Türkiye’de kronik hastalık sahibi bireylerin %72’si yardımları yetersiz buluyor, %58’i ise süreci “aşağılayıcı” olarak tanımlıyor. Bu veriler, ekonomik destek kadar saygı ve onur temelli bir yaklaşımın da gerekliliğini ortaya koyuyor.
---
Dayanışma Mümkün mü?
Sorun sadece yardımların azlığı değil, yardımların nasıl algılandığıdır. Yardım alan bireyler toplumda “yük” olarak görülmedikçe, sistem insani bir dengeye kavuşabilir. Dayanışmanın, empatiyle ve eşitlikle yoğrulmuş bir biçimde örgütlenmesi gerekir.
Peki, bizler bireyler olarak bu döngüyü nasıl kırabiliriz?
- Kronik hastalığı olan yakınlarımızın deneyimlerini dinliyor muyuz?
- Yardımın sadece devletin değil, toplumun ortak sorumluluğu olduğunun farkında mıyız?
- Kadınların bakım emeğini paylaşmak, erkeklerin duygusal kırılganlığını kabullenmek sosyal dönüşümün ilk adımı olabilir mi?
Bu sorular, yalnızca kronik hastalık yardımının değil, daha adil bir toplumun da kapısını aralar.
---
Kaynaklar:
- OECD Health Statistics (2024)
- Türkiye Sosyal ve Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES), Kronik Hastalık ve Sosyal Politika Raporu (2023)
- Hochschild, A. R. (1989). The Second Shift: Working Families and the Revolution at Home.
- Kişisel gözlemler ve saha çalışmaları, İstanbul 2024.
Kronik hastalık yardımı, devletin uzun süreli sağlık sorunlarıyla yaşayan bireylere sağladığı maddi destektir. 2025 itibarıyla bu yardım miktarı aylık yaklaşık 5.100 TL civarındadır. Ancak mesele, yalnızca rakamların ötesinde bir anlam taşır. Çünkü bu yardım, bireylerin yaşamını kolaylaştırmaktan ziyade, toplumsal eşitsizliklerin derinliklerinde yankılanan bir göstergedir.
Toplumda kronik hastalığın kendisi bile bir sosyal etiket haline gelirken, yardımların dağılımı; cinsiyet, sınıf ve ırk ekseninde şekillenen görünmez duvarlarla çevrilidir. Bu yazı, hem empatiyle hem de eleştirel bir gözle bu dinamikleri tartışmak için bir çağrıdır.
---
Toplumsal Cinsiyetin Gölgesinde: Kadınların Görünmez Yükü
Kronik hastalık yardımı denildiğinde, istatistikler kadınların bu yardımlardan daha fazla yararlandığını gösterir. Fakat bu, onların daha iyi bir yaşam sürdüğü anlamına gelmez. Kadınlar, hem bakım veren hem de hasta olan taraf olduklarında “çifte yük” taşırlar.
Birçok kadın, toplumsal roller nedeniyle hastalıklarını görünmez kılar. Çocuklarına, yaşlı ebeveynlerine bakarken kendi sağlıklarını erteleyen milyonlarca kadın var. Kronik bir hastalık tanısı aldıklarında ise çoğu zaman “fedakârlığın” kutsallaştırıldığı bir toplumda, yardımı hak ettiklerini bile düşünmezler.
Sosyolog Arlie Hochschild’in “ikinci vardiya” kavramı bu noktada yeniden hatırlanmalı. Kadınlar, işte veya evde yaptıkları emeğin ardından sağlık sorunlarıyla mücadele ettiklerinde bile kendilerini suçlu hissediyorlar. Devlet desteği, bu yapısal yükü hafifletmek yerine çoğu zaman bürokratik engellerle artırıyor.
---
Sınıf Farkı: Yardımın Adil Dağılımı Mümkün mü?
Kronik hastalık yardımı, kağıt üzerinde herkese açık görünür. Ancak gerçek hayatta gelir düzeyi, eğitime erişim ve bilgiye ulaşma becerisi gibi etkenler yardımın kimlere ulaştığını belirler.
Düşük gelirli bölgelerde yaşayan bireyler çoğu zaman bu yardımlardan haberdar bile değildir. Oysa daha eğitimli veya kent merkezine yakın yaşayan kesimler, başvuru süreçlerini daha rahat yönetebilir. Böylece “adalet” yerine “uygunluk” ödüllendirilir.
Yoksulluk, kronik hastalık riskini artırırken, bu durum bir kısır döngü yaratır: hastalık yoksulluğu derinleştirir, yoksulluk da hastalığı besler. Yardım miktarının 5.100 TL olması, temel giderlerin (ilaç, ulaşım, beslenme, konut) yanında yetersiz kalır.
OECD’nin 2024 raporuna göre, Türkiye’de kronik hastalık sahibi bireylerin %67’si sağlık harcamalarının yarısını cepten karşılıyor. Bu, “yardım”ın adının var, kendisinin ise eksik olduğu anlamına gelir.
---
Irk ve Etnisite: Görünmeyen Ayrımcılıklar
Kronik hastalık yardımı, teoride etnik kökene göre ayrım gözetmez. Ancak pratikte, göçmenler, mülteciler veya etnik azınlıklar bürokratik süreçlerde daha fazla engelle karşılaşır. Dil bariyerleri, belgelerin doğrulanması ve kimlik tanımlamaları bu bireyleri sistem dışına iter.
Örneğin, mevsimlik işçi olarak çalışan Kürt veya Suriyeli bireyler çoğu zaman kayıt dışı yaşadıkları için bu tür yardımlardan yararlanamazlar. Üstelik kronik hastalıkların sıklıkla çevresel koşullarla (su, hava kirliliği, barınma yetersizliği) ilişkili olduğu düşünülürse, bu gruplar hastalığa daha açık ama yardıma daha uzak kalır.
Bu tablo, yardımın “insan hakkı” değil, “vatandaşlık statüsü” temelinde işlediğini gösterir. Sosyal politikalar, kimliğe değil insana odaklanmadıkça bu dengesizlik sürecektir.
---
Erkeklerin Deneyimi: Sessiz Güç, Görünmez Kırılganlık
Toplumsal normlar erkeklerin yardım arayışını da şekillendirir. Birçok erkek, “güçlü olma” ideali nedeniyle kronik hastalıklarını geç fark eder ya da yardıma başvurmayı “zayıflık” olarak görür. Bu durum, onların hem fiziksel hem de psikolojik olarak daha büyük zarar görmesine yol açar.
Erkekler, sağlık yardımlarını bir “hak” olarak değil, “mecburiyet” olarak algıladığında sistemle ilişkileri kırılgan hale gelir. Bununla birlikte, bazı erkekler çözüm odaklı bir yaklaşım geliştirir: sosyal yardımlaşma dernekleri kurar, hastalık farkındalığı kampanyalarına katılır veya bakım emeğini paylaşır. Bu, toplumsal cinsiyet rollerinin dönüştürücü bir örneğidir.
Toplumun erkeklerden “çözüm üretmesini” beklemesi, onları yapısal sorunların çözümünde sorumluluk almaya iterken, duygusal yüklerini göz ardı eder. Bu yüzden hem erkek hem kadın deneyimlerini içeren bütüncül politikalar gereklidir.
---
Toplumsal Yapıların Rolü: Yardım mı, Telafi Mekanizması mı?
Kronik hastalık yardımı, sosyal adaletsizlikleri düzeltmekten çok, onları yönetilebilir hale getiren bir mekanizma gibi işler. Bir anlamda, sistemin ürettiği eşitsizliklerin “geçici pansumanıdır.”
Sınıfsal ve cinsiyet temelli güç ilişkileri, bu yardımın gerçek amacını gölgede bırakır. Eğer toplum kronik hastalıkları sadece tıbbi değil, aynı zamanda sosyal bir mesele olarak görmeye başlarsa; yardım anlayışı “sadaka”dan “hak temelli destek”e dönüşebilir.
Bir araştırmaya göre (TÜSES, 2023), Türkiye’de kronik hastalık sahibi bireylerin %72’si yardımları yetersiz buluyor, %58’i ise süreci “aşağılayıcı” olarak tanımlıyor. Bu veriler, ekonomik destek kadar saygı ve onur temelli bir yaklaşımın da gerekliliğini ortaya koyuyor.
---
Dayanışma Mümkün mü?
Sorun sadece yardımların azlığı değil, yardımların nasıl algılandığıdır. Yardım alan bireyler toplumda “yük” olarak görülmedikçe, sistem insani bir dengeye kavuşabilir. Dayanışmanın, empatiyle ve eşitlikle yoğrulmuş bir biçimde örgütlenmesi gerekir.
Peki, bizler bireyler olarak bu döngüyü nasıl kırabiliriz?
- Kronik hastalığı olan yakınlarımızın deneyimlerini dinliyor muyuz?
- Yardımın sadece devletin değil, toplumun ortak sorumluluğu olduğunun farkında mıyız?
- Kadınların bakım emeğini paylaşmak, erkeklerin duygusal kırılganlığını kabullenmek sosyal dönüşümün ilk adımı olabilir mi?
Bu sorular, yalnızca kronik hastalık yardımının değil, daha adil bir toplumun da kapısını aralar.
---
Kaynaklar:
- OECD Health Statistics (2024)
- Türkiye Sosyal ve Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES), Kronik Hastalık ve Sosyal Politika Raporu (2023)
- Hochschild, A. R. (1989). The Second Shift: Working Families and the Revolution at Home.
- Kişisel gözlemler ve saha çalışmaları, İstanbul 2024.